15 Kasım 2012 Perşembe

Seyahat Notlarım-Ölü Deniz/Kudüs/Beytüllahim

 
İsrail'e bu sene Mayıs ayında bir denetim için gitmiştim, Ölü Deniz’de bir tesise...
Seyahat süresince izlenimlerim:
Tel Aviv havalanına indiğimde beni karşılayan firma şoförüne ne zaman otele varacağımızı sordum, yolun bir buçuk saat süreceğini söyledi...Yol boyunca çat pat ingilizcesiyle benimle konuşmaya çalıştı ve tüm yol boyunca İbrahim Tatlıses’in en eski şarkılarını dinledi...Akşam karanlığında yol alırken, tepelerin ardında ateş yakan insan toplulukları gördüm ve şoföre bunun ne olduğunu sordum. Anlatmaya çalıştı ancak anlamadım; ben de bunun böyle bir yerde hiç de yadırganmayacak olağan dini ritüellerden biri olduğunu düşündüm...
Otele vardığımızda saat gece onbire geliyordu, hemen yattım...Sabah kalktığımda inanılmaz bir manzara beni bekliyordu. Balkona çıktım ve sabahın ilk saatlerinde Ölü Deniz’in eşsiz, uçsuz bucaksız manzarasını izlemeye kendimi bıraktım...
Sabah anlaştığımız saatte denetleyeceğim tesisin sorumlu müdürü beni otelden almaya geldi. Otel ve tesis arası yaklaşık bir saatti, yol boyunca giderken bana Ölü Deniz’i ve Sodom ve Gomora’nın hikayesini anlattı. Hatta Madam Lut’un tepede taş kesilmiş heykelini gösterdi.
Denetim bittiğinde Kudüs’e gitmek istediğimi söyledim. Ölü Deniz’den Kudüs’e doğru yol alırken pencereden tek katlı, taş evleri, Arapça yazılı tabelaları gördüm. Şoföre beni ucuz ama güvenli bir otele bırakmasını söyledim. Eski taş bir yapının önünde durduk, burası Avrupadaki mimariyi anımsatıyordu. Butik otelden içeri girdiğimde resepsiyoniste sadece bir gece kalacağımı, yarın için Kudüs’ü dolaşmak istediğimi söyledim. Türkiye’den geldiğimi öğrenince çok sıcak karşıladı beni. Üstelik müslümandım, o da Araptı...Kudüs’ü tek başıma gezmemin zor olduğunu, ama turla dolaşabileceğimi söyledi. Hemen bana yarın sabah için bir tur ayarladı. Akşam yemeği için restorana indiğimde sadece vejetaryen menü olduğunu söylediler, ben de menüden makarna seçtim, yanına da bir şişe bira. Hiç bilmediğim bir kentte, Avrupa tarzı butik bir otelde, arap resepsiyonistlerin ve yahudi garsonların arasında, savaşın tam ortasında (!) olmak güzeldi....
Sabah kalktığımda bugünün kutsal cuma olduğunu anımsadım. Bizi eski Kudüs’e götürecek rehberimiz yaşlı bir yahudiydi.Yol boyunca Kudüs’ü anlattı bize. Bense anlatılanları dinlemekten çok,  görmeyi ve içinde olmayı istiyordum...Sonunda eski Kudüs’e geldik. Ağlama duvarında turda tanıştığım, Amerika’da yaşayan fizyoterapist Bulgar Natalia ile dua ettik. Hatay’daki çarşıları andıran dar ve uzun bir çarşının içinden geçtik, sonra bir kiliseye girdik...Turun ilk bölümü bitmişti, isteyenler Ölü Deniz’e ya da Bertlehem (Beytüllahim)’e gideceklerdi. Filistin özerk bölgesinde Batı Şeria’da yer alan Bertlehem’e doğru yola çıktık. Bertlehem’e geldiğimizde kentin girişinin yüksek barikatlarla çevrili olduğunu gördük. Bundan sonrası için yolumuza arap bir tur rehberi ile devam edecektik, yahudi tur rehberi bizi barikatların dışında bekleyecekti, bu bölgeye girmesi yasaktı. Kimlik kontrolü için pasaportlarımızı hazırladık, labirent gibi uzayan barikatlardan geçip, Bertlehem’e girdik sonunda...Burada savaşın izlerini her yerde hissedebiliyordunuz. Enkaz halinde, toz içinde yollar boyunca araçla ilerledik ve Hz. İsa’nın doğduğu yer olarak kabul edilen Beytüllahim Doğuş Kilisesine gittik. Arap rehber burda her sene rum ve ermeni papazların kiliseyi paylaşamamalarından dolayı çıkan arbededen bahsetti gülerek...

İsrail’e giderken hem Atatürk Havaalanı’nda hem de geri dönerken Tel Aviv havaalanı’nda bir sürü kontrolden geçiyorsunuz. Tel Aviv havaalanında bir sürü soru sordular: İsrail’e neden geldiğimi, Ölü Deniz’den Kudüs’e neden gittiğimi, kaç gün kaldığımı, nerde konakladığımı, neler yaptığımı, bavulumu kimin hazırladığını, ben dolaşırken bavulumun nerde olduğunu, içinde bomba olup olmadığını (!) ve buna benzer daha bir sürü şey...Ufak tefek, yirmili yaşlarda ancak suratında tek bir mimiğin bile oynamadığı kadın görevlinin beni bir köşeye çekip, sorduğu sorular çoğaldıkça; tam beni alıkoyacaklarını, polis tarafından sorguya çekileceğimi, geri dönemeyeceğimi düşünmeye başlamıştım ki, arkamda bulunan ve Türkiye’de yaşayan yahudi bir çift bunun çok olağan bir prosedür olduğunu ve sakin olmamı söyledi...Güvenlik kontrolünden geçerken görevli kişi elektronik eşyaları kablo bağlantı yerlerine kadar tek tek el dedektörü ile tararken; ben bu işlemin daha kaç dakika süreceğini hesap etmekle meşguldüm...ve sonunda! Köprünün karşısına geçmeyi başarmıştım, Atatürk Havaalanına indiğimde derin bir ohh çektim...

Akılda kalanlar...
Tel Aviv Havaalanında tuvaletler sifonlu değil pedallı
Havalanına sizi bırakan arap şoförün eğer uykusu varsa, arabayı kenara çekip on dakika kestirebilir, bilginize...
Hem müslüman hem evli hem de çocuklu iseniz, Jerusalem'de direkt 'sister' mertebesine eriştiniz demektir, sırtınız yere gelmez, korkmayın.
Tel Aviv Havaalanında tüm elektronik cihazlar-kabloları da dahil-temizlik fırçasına benzeyen ve ucunda dedektör olan bir aletle didik didik aranıyor.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder